Son günlerde patlak veren sahte diploma skandalı, yalnızca bir hukuk meselesi değil; aynı zamanda devlet güvenliğine, kurumsal itibarımıza ve toplumsal adalete yönelik çok katmanlı bir tehdit olarak karşımızda duruyor.
Bu olay, en az üç çıplak gerçeği gün yüzüne çıkardı. Birincisi, devlet görevini yapmıştır. İkincisi, sistem açık vermiştir. Üçüncüsü ise, siyasal manipülasyon bataklığı yine puslu havayı fırsata çevirmek için devreye girmiştir.
Kimse inkâr edemez: Kolluk kuvvetleri harekete geçmiş, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı sağlam iddianamelerle süreci yürütmüş, çetenin elebaşları kıskıvrak yakalanmıştır. Ortaya çıkan belge sahtekârlığıyla mücadelede, devlet refleks göstermiştir. Bu, tartışmasız bir başarıdır.
Ancak devletin refleksi yalnızca operasyonla ölçülemez. Gerçek görev, yalnızca çeteyi çökertmek değil, çeteyi doğuran ortamı, ihmalleri ve zaafları ifşa etmek ve onarmaktır.
Bugün konuştuğumuz şey sadece sahte bir diploma değil; BTK Başkanı’nın e-imzasına kadar ulaşabilen bir cesaret, biyometrik doğrulamanın pas geçildiği bir güvenlik açığı, elektronik sertifika şirketlerinin bu işin merkezinde yer aldığı bir sistemsel çöküştür.
Sorulması gereken soru şudur: Bu kadar derin bir sızma, bu kadar rahat bir örgütlenme, hangi denetimsizliğin, hangi ihmaller zincirinin sonucudur?
Bu yüzden, sadece sahtekârlar değil, bu sahtekârlığa göz yuman, ihmali olan, gerekli teknolojik altyapıyı kuramayan kamu görevlileri de hesap vermelidir.
Ve bu noktada en hayati soruya geliyoruz: Bu suçun caydırıcılığı ne kadar?
Türkiye’de birçok nitelikli dolandırıcılık suçu gibi, sahte diploma düzenleme ve benzeri belgede sahtecilik fiilleri, mahkeme salonlarını görse bile cezaevi kapısından içeri girmiyor. İnfaz yasasındaki indirimler, koşullu salıvermeler ve iyi hâl uygulamaları sayesinde, yapılanın yanına kâr kalıyor.
Vatandaşa karşı işlenen sahtekârlık ve dolandırıcılık suçlarında infaz indirimi uygulanmamalı, caydırıcılık yeniden tesisi edilmelidir.
Ne zaman böyle büyük bir skandal ortaya çıksa, siyasi atmosferde pus artar.
Buradan kimseye ekmek çıkmaz. Zira gerçek, hakikati suistimal ederek değil; onu soğukkanlılıkla ve adaletle takip ederek ortaya çıkar.
Eğer bugün bir BTK Başkanı’nın dijital imzası kopyalanabiliyorsa; e-devlet verileri manipüle edilebiliyorsa; kimlik, diploma, imza gibi temel bilgiler taklit edilebiliyorsa — tehdit artık bireysel değil, ulusaldır.
Bugün atılması gereken adımlar nettir:
Elektronik sertifika altyapıları baştan aşağı gözden geçirilmelidir.
Dijital güvenlik sistemleri yeniden inşa edilmelidir.
Biyometrik doğrulama dahil tüm teknolojik bariyerler sıkılaştırılmalıdır.
Kamuya ait sistemlerin denetimi bağımsız, şeffaf ve kararlılıkla yapılmalıdır.
Ama bir şartla: Gerçek suçlular cezasını çekecek, hakiki reformlar hayata geçecek, dijital egemenlik yeniden tesis edilecek.
Ve elbette bu süreçte, puslu havada siyaset yapmayı alışkanlık haline getirenlerin manipülasyonlarına karşı da hep birlikte uyanık olacağız.
Gerçeğin, yalanla bulanıklaştırıldığı her yerde, en büyük zararı halk görür. Ve halkın adalete olan inancı sarsıldığında, o devleti ayakta tutacak harç da çözülmeye başlar.