Anlaşma, uluslararası toplumun ortak bir irade ortaya koyduğu ender anlardan birine işaret ediyordu.
Ne var ki kısa süre içinde İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarını aralıklarla sürdürdüğü haberleri gelmeye başladı. Bu durum, imzaların sahadaki gerçekliği değiştirmeye yetmediğini ve mevcut küresel düzenin artık etkinlik kapasitesini yitirdiğini açık biçimde ortaya koydu.
Bu kırılgan tabloyu daha da çarpıcı hale getiren ise, ABD Başkanı Donald Trump’ın Oval Ofis’ten yaptığı açıklama oldu.
Trump, İsrail’in saldırılarının kendi talimatına bağlı olduğunu açıkça ifade ederek, diplomatik teamülleri ve uluslararası hukuku hiçe sayan bir üslup sergiledi. Bu yaklaşım, yalnızca bireysel bir siyasi çıkış değil; ABD’nin uzun süredir devam eden hegemonik konumunun ciddi biçimde aşındığını gösteren önemli bir işarettir.
Bir zamanlar küresel siyasetin hakemi rolünü üstlenen Washington yönetimi, artık bu konumunu kurumsal mekanizmalarla değil, tek taraflı siyasi iradelerle sürdürmeye çalışmaktadır. Bu ise kural temelli uluslararası düzenin temellerini sarsan bir eğilimdir.
Tarihsel örnekler, bu tür kırılma anlarının uluslararası sistemde yeni dönemlerin başlangıcı olduğunu kanıtlar. II. Dünya Savaşı’nın ardından kurulan Bretton Woods düzeni, Batı merkezli tek kutuplu bir yapıyı onlarca yıl boyunca ayakta tuttu. Ancak 21. yüzyıla gelindiğinde Çin’in ekonomik yükselişi, Rusya’nın jeopolitik hamleleri ve Türkiye, Hindistan, Brezilya gibi bölgesel aktörlerin güç kazanması, bu yapının çatırdamasına yol açtı. Bugün yaşananlar ise bu çatırdamanın nihai aşamasıdır: Çok kutuplu bir dünyanın doğuşu.
Yeni dönemde güç, tek bir merkezde toplanmak yerine birden fazla eksende dağılıyor. Asya merkezli ekonomik bloklar, Avrasya eksenli stratejik ortaklıklar ve küresel Güney’in yükselen sesi, yeni denklemin başat unsurları haline geliyor. Bu yapı, klasik “Batı–Doğu” ayrımının ötesine geçen dinamik bir güç mimarisi yaratıyor.
Bu süreçte en dikkat çekici hususlardan biri, ABD’nin giderek uluslararası arenada yalnızlaşmasıdır. Washington’un özellikle son yıllarda izlediği tek taraflı ve dayatmacı politikalar, müttefikleriyle ilişkilerde ciddi bir güven erozyonuna neden olmuş, kolektif hareket kabiliyetini zayıflatmıştır. Trump’ın söylemleri ise bu eğilimin bireysel değil, yapısal bir dönüşümün parçası olduğunu net biçimde ortaya koyuyor.
Artık ABD, yalnızca bir süper güç değil; aynı zamanda yeni düzende yön veremeyen, izole olmaya aday bir aktör konumuna doğru evriliyor.
Dolayısıyla Şarm el-Şeyh’teki ateşkes sonrası yaşanan gelişmeler, yalnızca bölgesel bir çatışmanın gidişatı açısından değil, küresel güç dengesinin yeniden şekillenmesi bakımından da kritik önemdedir. İsrail’in fiili saldırıları ve ABD’nin kural tanımaz tutumu, yeni dönemde kimlerin belirleyici olacağını net biçimde göstermektedir.
Dünya siyaseti artık geri dönülemez biçimde çok kutuplu bir yapıya geçiyor. Bu yeni düzende uluslararası hukuka ve diplomasinin çok taraflı ilkelerine önem veren devletler yükselirken; hegemonya dayatmaya çalışan ülkeler izolasyonla karşı karşıya kalacaktır. Göstergeler, bu süreçte ABD’nin izolasyonun merkezinde yer alacağını ortaya koyuyor.
Yeni dünya düzeni artık bir olasılık değil; fiilen yaşanan bir gerçekliktir.