Dilek Yıldırım

Tarih: 22.10.2025 22:45

Çocukların Sessiz Evrenine Yolculuk

Facebook Twitter Linked-in

Onlar duyguların en saf, en berrak halidir. Tıpkı otizm spektrumundaki o güzel çocuklarımız gibi…

Bir anda bir sesle ürker, bir dokunuşla rahatsız olurlar. Ama sonra… içten gelen bir gülümseme, güven veren bir bakış ya da sıcacık bir sarılmayla dünyaları değişiverir. Çünkü onların kalbi, bizimkinden daha hassas; duyguları, daha derindir. Biz çoğu zaman fark etmesek de, onlar çevrelerindeki enerjiyi, niyeti ve duyguyu en ince titreşimlerine kadar hissederler.
Bu hassasiyet, onların dünyasını hem zorlaştırır hem de güzelleştirir. Çünkü bu çocuklar, bizim göremediğimiz renkleri görür, bizim duyamadığımız notaları duyarlar. Ve biz onlara yaklaşmayı öğrendiğimizde, aslında kendimize dair çok şey keşfederiz.

Her çocuğun duygusal gelişimi, yaşam yolculuğunun pusulasıdır. O pusulanın doğru yönü göstermesi için bizim rehberliğimizde güven, sevgi ve anlayış olmalı. Çocuklarımızı yargılamadan dinlemek, küçük başarılarını fark etmek, onları cesaretlendirmek ve varlıklarını koşulsuzca kabul etmek... işte en güçlü temeller bunlardır.
 Bir çocuğun gözündeki ışıltı, aslında fark edilmenin sessiz bir teşekkürüdür.

Otizmdeki duyusal hassasiyet bir eksiklik değil, aksine bir zenginliktir. Onlar, hayatı daha derin, daha ayrıntılı yaşarlar. Bu bazen yorucu olabilir ama aynı zamanda çok kıymetlidir. Çünkü o çocuklar, bizim gözden kaçırdığımız detaylarda bile yaşamın anlamını bulabilirler. Bu derin algı, onlara yaratıcılıkta, problem çözmede ve sanatsal üretimde olağanüstü bir güç kazandırır.

Bir öğretmen ya da ebeveyn olarak bazen onların sessizliğini anlamakta zorlanabiliriz. Ama bazen sadece bir tebessüm, bir el teması, bir bakış bile kelimelerden çok daha fazlasını anlatır.
Otizmli bireylerin en çok ihtiyaç duyduğu şey, samimi bir kalptir. Onlara içtenlikle yaklaştığınızda, sizi kelimelerle değil, kalbinizle tanırlar. Gözlerinizin içindeki sıcaklığı hissederler; çünkü onlar duyguları duyar, sevgiyi görürler.

Toplum olarak bize düşen en önemli görev, bu çocukların dünyasına kulak vermek, bazen susup sadece hissetmektir. Çünkü anlamak, her zaman konuşmakla değil, bazen yavaşlamakla mümkündür.
Her çocuğun davranışında bir mesaj vardır; kimi bir bakışla, kimi bir dokunuşla anlatır içindekini. Biz yeter ki anlamaya niyetli olalım. Empati, sabır ve sevgiyle yaklaştığımızda, o dünyaya giden kapılar kendiliğinden aralanır.

Aslında onların dünyasına yaptığımız her küçük yolculuk, bizim dünyamızı da güzelleştirir. Her farkındalık, bizi biraz daha olgunlaştırır; her temas, bizi daha şefkatli kılar.
 Çocukların iç dünyasına dokunmak, sadece onları değil, bizi de iyileştirir. Çünkü onların sessiz evreninde; saf sevgi, gerçek empati ve koşulsuz kabul vardır.

Ve işte o an, anlarız:
 Farklılık bir uzaklık değil, bir renktir.
O renklerle bezediğimiz bir toplum, ancak o zaman gerçekten “insan” olur.

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —