Parti, resmi kuruluş tarihi olan 2001'den çok önce, merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın 55 yıllık siyasi hayatıyla inşa ettiği Milli Görüş hareketinin mirası üzerine kurulmuştur.
AK Parti, bu geleneğin modern çağa adapte olmuş, iktidara gelerek toplumsal ve siyasal dönüşümü başarmış halidir. Bu durum, bir siyasi oluşumun gücünün, sadece güncel başarılarından değil, aynı zamanda taşıdığı tarihsel birikimden ve fikri derinlikten kaynaklandığını net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Bu güçlü birikime karşın, Cumhuriyet'in kurucu partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)'nin durumu, adeta bir siyasal trajediyi andırmaktadır.
İttihat ve Terakki'nin devamı niteliğindeki bu parti, yüz yılı aşkın tarihinde zamanın ruhunu ve Türk milletinin sosyolojik dinamiklerini okumakta ciddi anlamda başarısız olmuştur. Partinin, kendi halkından kopuk, adeta bir "müstemleke zihniyeti"yle hareket etmesi, kadro derinliğinin zayıflaması ve toplumsal karşılığının günden güne erimesi, bu başarısızlığın temel nedenlerindendir.
Son yıllarda CHP, siyasal enerjisini tamamen kaybetmiş, iç çekişmelerle tükenmiş ve kendi kendini feshedecek noktaya gelmiştir. Bu tükenmişlik sürecinde, partinin iç yapısında İslam düşmanlığını tek hedef olarak belirlemiş marjinal bir zümrenin siyasi bir aparat olarak konumlanması ise bu düşüşün ne kadar derin olduğunu göstermektedir.
Bugün, 2025 yılında, fikirsel ve içeriksel olarak tamamen bitmiş bir muhalefet partisiyle karşı karşıyayız. Bu durum, CHP'ye gönül veren kitleler arasında büyük bir umutsuzluk oluşturmaktadır.
Ancak bu umutsuzluk, yapıcı bir özeleştiriye dönüşmek yerine, "öğrenilmiş mutsuzluk" olarak adlandırılabilecek bir psikolojiye evrilmiştir. Bu kesimler, siyasi rakiplerini, yani milletin çoğunluğunu, küçümseyerek ve aşağılayarak kendi hayal dünyalarını korumaktadırlar.
Gerçeklikten uzak, kendi oluşturtukları bir "pembe dünyada" yaşayan bu zihniyet, Türkiye'nin en temel siyasi sorunlarından biridir. Halkla bağ kurmaktan aciz, sadece kendi iç dünyasında yankılanan bir söylemle siyaset yapmaya çalışan bu yaklaşım, demokratik rekabetin temelini dinamitlemektedir.
Yeni Türkiye vizyonu, sadece güçlü ve istikrarlı bir iktidarla değil, aynı zamanda yapıcı ve milli bir muhalefetin varlığıyla da mümkündür.
Böylesine tüketilmiş ve halktan kopuk bir muhalefetin olması, sadece siyasi bir boşluk oluşturmakla kalmamakta, aynı zamanda ülkemizin geleceği için bir beka sorunu teşkil etmektedir.
Demokrasi, ancak iktidarın icraatlarını denetleyen, eleştirel bir gözle bakan ve ülkenin çıkarlarını şahsi hesapların üzerinde tutan bir karşıt güçle sağlıklı bir şekilde işleyebilir. Mevcut muhalefet yapısı bu rolü üstlenmekten çok uzaktır.
Bu nedenle, Türkiye'nin siyasi geleceği için acilen yeni bir muhalefet dinamiğinin inşa edilmesi gerekmektedir. Bu yeni muhalefet, sığ ideolojik takıntılardan uzaklaşmalı, milli değerlerle barışık olmalı ve Türkiye'nin 21. yüzyılda karşılaştığı stratejik ve jeopolitik meydan okumalara karşı çözümler üretebilmelidir.
Halkın beklentilerini anlayan, onların dilinden konuşan ve Türkiye'nin yükselişine katkı sunan bir muhalefetin ortaya çıkması, artık bir tercih değil, milli bir zorunluluktur. Bu dönüşüm, sadece siyasal rekabeti canlandırmakla kalmayacak, aynı zamanda Türkiye'yi küresel arenada daha güçlü ve dirençli kılacaktır.