Bu vicdan seferi, İsrail’in soykırım politikalarına karşı uluslararası kamuoyunu yeniden harekete geçirdi, Washington ve Brüksel’deki siyasi dengeleri sarstı ve Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün ile BAE gibi bölgesel aktörleri dahi sessizliklerini sorgulamaya zorladı. Filistin halkının adalet mücadelesini dünya gündemine taşıyan bu hareket, yalnızca Gazze’nin değil, bütün insanlığın onur direnişidir.
2025’te yola çıkan Sumud Filosu, Gazze kıyılarına ulaşamasa da insanlık vicdanında derin bir iz bıraktı. Aylarca süren bombardımanlar, binlerce sivilin ölümü ve ağırlaşan abluka karşısında dünyanın uzun süren sessizliği bu filo ile sarsıldı.
Latin Amerika’dan Avrupa’ya, Asya’dan Afrika’ya kadar milyonlar, meydanlarda Filistin’le dayanışma yürüyüşleri düzenledi. Küresel medya yeniden Gazze’ye odaklandı, hükümetler üzerinde artan halk baskısı ise politikaları gözden geçirmeye zorladı. Bu baskı, İsrail’in diplomatik manevra alanını daraltırken, “insani yardım koridoru” gibi konularda taviz ihtimalini artırdı.
Netanyahu hükümeti artık yalnızca “güvenlik” gerekçesiyle değil, siyasi iktidarını korumak amacıyla yürüttüğü soykırım stratejisiyle anılıyor. UCM tarafından hakkında çıkarılan yakalama kararı, onu uluslararası arenada bir “savaş suçlusu” konumuna taşıdı.
Buna rağmen ABD’nin stratejik desteği ve bazı Batılı ülkelerin çıkar odaklı sessizliği, Tel Aviv’e alan açıyor. Ancak bu tablo değişmeye başladı: ABD kamuoyunda İsrail’e verilen desteğe yönelik eleştiriler büyüyor, Avrupa’da bazı devletler ilişkilerini gözden geçirme çağrısı yapıyor. Bu gelişmeler, Netanyahu’nun en yakın müttefikleri arasında bile giderek yalnızlaştığını gösteriyor.
Sumud Filosu’nun etkisi yalnızca İsrail ile sınırlı değil. Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi bölgedeki kilit aktörler, artan kamuoyu baskısı karşısında artık sessizliklerini koruyamaz hâle geliyor.
Filistin davası halkların hafızasında derin bir yer tutuyor. Eğer bu ülkeler mevcut tutumlarını sürdürürse, halkların öfkesi rejimlerin meşruiyetini tehdit edebilir. “Seyirci kalma” politikasının bedeli, yalnızca dış politikada değil, içeride de ağır olabilir. Sokakların sesi yükseldikçe, sarayların sessizliği sürdürülemez hâle gelecektir.
Yeni filoların hazırlıkları, mücadelenin bitmediğini gösteriyor. Bu gemiler belki ablukayı fiziksel olarak kıramayacak, fakat dünyanın vicdan duvarlarını yıkmaya devam edecek. Halkların dayanışması büyüdükçe hem İsrail hem de bölgesel aktörler için seyirci kalma lüksü ortadan kalkacak.
Sumud Filosu’nun hikâyesi yalnızca bir yardım girişimi değildir; bu, adaletin, direnişin ve insanlık onurunun yolculuğudur. Gemiler Gazze’ye ulaşamasa da bu yolculuk, vicdanların limanına çoktan demir attı.
Bugün bu hareket, İsrail’in soykırım politikalarının meşruiyetini sarsmakla kalmıyor, aynı zamanda bölge yönetimlerine de “artık sessizlik mümkün değil” mesajını veriyor. Çünkü tarih bize her defasında gösterdi:
Zulüm ile abad olunmaz.