Suriye’nin güneyindeki Süveyda’da yaşananlar, yalnızca yerel bir etnik-dini grubun çalkantıları değil, aynı zamanda bölgesel bir güç mücadelesinin sessiz fakat sarsıcı izdüşümüdür. Bu satrançta İsrail, uzun süredir elinde tuttuğu “kaos üretme ve boşlukta müttefik yaratma” stratejisini bir kez daha devreye sokuyor.
Dürzi toplumunun ruhani lideri Şeyh Hikmet El Hicri’nin söylem ve pozisyon değişiklikleri, sadece inanç rehberliğinden ibaret olmayan bir dönüşümün göstergesi. Bir dönem Esad rejiminin sıkı müttefiki olan Hicri, artık “Şam hükümetiyle herhangi bir uzlaşma yok” diyerek sistemin karşısında konumlanıyor.
Üstelik bu dönüşüm, sadece Esad karşıtlığıyla sınırlı kalmıyor. İsrail karşıtı Arap söyleminin altını oyması, yeni bir hattın sinyallerini veriyor.
“Düşman İsrail değil” diyen bir Dürzi lider, yalnızca mezhep içindeki değil, bölgesel dengelerde de taşları yerinden oynatır.
Dürzi toplumu, tarihi boyunca sadakatiyle değil, pragmatizmiyle hayatta kaldı. Ne tam anlamıyla Esad’ın yanında, ne de açıkça muhalefetin safında. Bu gri alan, Dürzileri hem bir hedef hem de bir fırsat haline getiriyor.
İsrail, işte bu gri alana oynuyor. Dürzi toplumunun içinden çıkan çatlak sesleri büyütmek, muhalefeti dini bir meşruiyetle beslemek ve Esad sonrası bir Suriye’de ön alabilecek azınlıkları kendisine yaklaştırmak: Tüm bunlar İsrail’in zımni stratejisi içinde yer alıyor.
El Hicri’nin Venezuela doğumlu olması, orada uzun yıllar yaşamış olması ve hatta ailesinin halen Venezuela pasaportu taşıması, Suriye’deki Dürzi toplumunun Latin Amerika ile olan organik bağını gözler önüne seriyor. Süveyda’ya verilen “Süveydazuela” lakabı boşuna değil.
Bu bağ, İsrail açısından ilginç bir jeopolitik pencere açıyor: Latin Amerika’daki Dürzilerin lider figürü olarak bilinen bir ismin Ortadoğu’daki pozisyonunu değiştirmesi, iki coğrafya arasında görünmeyen bir fay hattına işaret ediyor.
Suriye iç savaşı boyunca İsrail’in bir numaralı önceliği İran’ın Suriye’de kök salmasını engellemekti. Fakat savaş sonrası dönemde bu hedef, yerel ittifaklar kurmaya evriliyor.
Sınırın hemen ötesindeki Dürziler, bu anlamda “ideal ortak” profilini taşıyorlar: Sayıca azlar ama stratejik olarak önemli bir bölgede yaşıyorlar. Mezhepsel yapıları gereği Şii eksenine mesafeli, Sünni Arap milliyetçiliğine ise kuşkuyla bakıyorlar.
Hicri’nin Batı yanlısı açıklamaları, onları Batılı başkentler nezdinde de meşru kılıyor. Bu durumda İsrail’in Süveyda’daki gelişmeleri izlemekle kalmayıp, perde arkasından yön verdiğini söylemek hiç de uzak bir ihtimal değil.
Suriye’nin iç savaşı bitmiş olabilir; ama asıl savaş şimdi başlıyor: Zihinlerin, inançların ve etnik aidiyetlerin yeniden kodlandığı bir savaş bu. Ve bu savaşta taraflar artık tanklarla değil, ruhani liderlerle, kimlik politikalarıyla ve bölgesel iş birlikleriyle ilerliyor.
Şeyh Hicri’nin İsrail karşıtlığına mesafeli açıklamaları, sadece bir fikir değişikliği değil; bölgeye dair yeni bir stratejinin kıyısından haberdar ediyor bizi.
Bu satrançta herkes kendi hamlesini yapıyor. Ama kimse oyunun kuralını yazmadı. Belki de kural şudur:
Kaosu kim daha iyi yönetirse, o kazanır.