Geçtiğimiz günlerde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Belçika’da bir miting düzenleyeceğini duyurmuştu. Ancak beklenenin aksine, söz konusu miting ne kamuoyu ilgisi ne de kitlesel katılım açısından arzulanan sonucu doğurabildi. Bu tablo, parti yönetimi ve çevresinde ciddi bir moral bozukluğu yaratmış olacak ki, yaşanan hayal kırıklığının faturası sistematik bir biçimde Avrupa’daki Türk toplumuna kesilmeye başlandı.
Mitingin ardından CHP’ye yakın bazı yazılı, görsel ve dijital medya organlarında; ayrıca partiyle ideolojik yakınlık taşıyan bazı “sözde akademisyenler” aracılığıyla Avrupa’daki Türk vatandaşlarını hedef alan, karalayıcı bir söylem üretildiği dikkat çekiyor. Adeta organize bir biçimde yürütülen bu algı operasyonunda, Avrupalı Türkler haksız ve mesnetsiz suçlamalarla karşı karşıya bırakılıyor.
Oysa Avrupa’da yaşayan Türk toplumu, Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci sınıf vatandaşları değildir. Türkiye, hiçbir zaman bir “apartheid rejimi” gibi davranmamış, yurtdışındaki vatandaşlarına eşitlik ve aidiyet temelinde yaklaşmıştır. Ancak ne yazık ki, CHP çevresinden yükselen bu saldırgan dil, hem partinin siyasal özgüven krizini hem de yurtdışındaki Türklerin gerçekliğini kavrayamayan dar ideolojik bakış açısını açıkça ortaya koymaktadır.
Bu durum yalnızca bir iletişim kazası değil; Türkiye’deki muhalefetin kronik bir zaafının yansımasıdır. Eleştiri kültürü yerine suçlama refleksini, toplumsal analiz yerine önyargıyı, demokratik rekabet yerine öfke siyasetiyle hareket eden bir anlayış, hem kendi toplumsal tabanını daraltmakta hem de Türkiye demokrasisine zarar vermektedir.
Bugün CHP, Avrupa’daki Türk toplumunu “oy vermeyen kitle” olarak değil, Türkiye’nin küresel birikiminin parçası olan vatandaşlar olarak görmek zorundadır. Aksi halde bu tür politik tutumlar, partiyi içe kapanık, reaksiyoner ve ulusal ölçekte temsil kabiliyeti zayıflamış bir yapıya dönüştürür.
Avrupalı Türkler, Türkiye’nin sosyal, kültürel ve ekonomik gücünün uzantısıdır. Onların demokratik hak taleplerini “tehdit” olarak gören her siyasi zihniyet, aslında Türkiye’nin çoğulcu geleceğine set çekmektedir. Bizler, yurtdışında yaşayan Türklerin eksik kalmış haklarının iadesi, temsil adaleti ve anayasal eşitliği için mücadele ederken; bu mücadeleyi itibarsızlaştıran bir siyasi partinin “sözde halkçılık” iddiası, milletimiz adına büyük bir talihsizliktir.
Türkiye’nin ihtiyacı olan, yurtdışındaki vatandaşlarını suçlayan değil, onlarla birlikte yeni bir gelecek inşa etmeye çalışan siyasetçilerdir. Avrupa’daki Türkler, bu ülkenin dış halkası değil; bilakis milletimizin onurlu bir parçasıdır.