İşte çayın Çin’den Karadeniz’e, oradan da evlerimize uzanan etkileyici yolculuğu...
Çayın tarihi M.Ö. 2700’lü yıllara kadar uzanıyor. Rivayete göre, Çin İmparatoru Shenn Nung bir gün çay ağacının altında otururken sıcak suyuna birkaç yaprak düşer. Suyun rengi ve aroması hoşuna gider, içer ve şifa bulur. Bu olayla birlikte çay, önce ilaç olarak kullanılmaya başlanır.
Zamanla ticaretin gelişmesiyle çay, Çin sınırlarını aşar. 8. yüzyılda Japon rahipler çayı ülkelerine taşır ve burada bir gelenek hâline gelir. Çay seremonileri doğar. Ardından İran, Hindistan ve nihayet Avrupa ülkeleri çayla tanışır. 17. yüzyılda Hollanda, Fransa ve İngiltere çayı içmeye başlar. Rusya ise Çin’den gelen kervanlar aracılığıyla bu alışkanlığı edinir.
Türklerin çayla tanışması, sanılanın aksine oldukça yenidir. Osmanlı’da çay ilk defa II. Abdülhamit döneminde tarımsal bir ürün olarak gündeme gelir. Japonya’dan getirilen tohumlar Bursa’da denenir; ancak iklim koşulları uygun değildir.
Asıl başarılı girişim ise 1920’li yıllarda Ziraat Umum Müdürü Zihni Derin’in çabalarıyla Rize ve çevresinde başlar. Gürcistan’dan getirilen çay tohumlarıyla yapılan denemeler olumlu sonuç verir. Böylece Karadeniz çayı doğar.
Bugün Türkiye, dünyada en fazla çay tüketen ülkelerden biridir. Bir zamanlar kahve tiryakiliğiyle bilinen milletimiz, artık günde ortalama 2,45 milyon bardak çay içiyor. Kişi başı yıllık çay tüketimi ise 3 kiloyu aşıyor.
Lezzetli bir çay için sadece kaliteli yapraklar yetmez; doğru demleme de şart. İşte iyi bir çay demlemek için birkaç altın kural:
Her evin vazgeçilmezi olan “tavşan kanı” kıvam, işte bu detaylarda gizli.
Bilimsel çalışmalar, çayın birçok faydasını ortaya koyuyor:
Ancak her şeyin fazlası zarar. Özellikle yüksek tansiyonu, anemisi veya böbrek sorunu olanların çayı dikkatli tüketmesi gerekiyor. Yemekle birlikte değil, yemekten en az bir saat sonra ve tercihen açık içilmeli.
Sonuç olarak...
Bugün elimizin altında sıradan bir içecek gibi görünen çay, aslında binlerce yıllık bir kültürün, yolculuğun ve dönüşümün ürünü. Her bir bardakta geçmişin izlerini ve doğanın mucizesini yudumladığımızı unutmamak gerek.